26 Temmuz 2018 Perşembe

home



sabah güneşi mutfağın dolaplarına vuruyordu. uçuşan tozlar çayımın içerisine girmesin diye üfledim. bana baktı ve çay çok mu sıcak geldi? diye sordu ben de gülümsedim ve hayır teşekkür ederim çok uğraşmışsın dedim mütevazi bir ses tonuyla. sonra sesi kısık bir playlistle kahvaltı yapmaya başladık. film ve müzik konuşuyorduk. çoğunlukla sabahları bir önceki akşam izlediğimiz filmin kritiğini yapardık. daha sonra ben onun derinlemesine eleştiri yapmasını bölüp heyecanla soundtracklerinden bahsederdim. ben biraz daha çok filmde müziklere takılırken o daha çok filmin içeriğine ve çekim tekniklerine kafa yorardı. ikimizde aynı anda çayımızın son yudumlarını aldık. gözlerimiz, muhabbetin bittiğini bu hareketten anlamıştı. birden muhabbetimiz kesilmiş sadece birbirimize bakıyorduk. sonra kalktı ve yanıma oturdu. ellerini dizime koydu, elleri o kadar damarlıydı ki bütün damarlarına tek tek basıp çalan şarkının ritmine uyum sağlıyordum. gülümsedi. hep bu hareketim onu gıdıkladığını söylerdi. gene gülümsedi. ben gülümsemesini çok sevdiğimdenmidir bilmem bir türlü duramadım. sonra elimi tuttu ve gitmek zorunda mısın? dedi. ben de elimle saçlarımı kulağımın arkasına alarak cevap vermek için zaman kazanıyordum. çoğunlukla da bu hareketi gergin olduğumda yapardım. kısık bir sesle bunu konuşmak için çok erken, hadi ben bize bir bardak daha çay koyayım dedim ve yerimden kalktım. çay koyarken bir insan ne düşünmesi gerekir bilmem ama ben dünyalar kadar düşünceye dalmıştım ki çay bardağı taşınca kendime geldim. ki buna sakarlığımda eklenince bütün tezgah çay gölüne dönmüştü. sonra belime sardı damarlı ellerini, çenesini de omzuma koydu ve gülmeye başladı. boşver gel çay içmesekte olur hadi salona geçelim. belki biraz bon iver dinleriz.