26 Ağustos 2020 Çarşamba

tristimania

çıkmam lazım bu şehirden. kaçmak. kimsenin beni yakalamasını istemediğim o uzun yolu minik adımlarla yürümek istiyorum. gözyaşlarımla yağmur birbirine karışmış olmalı, yoksa kalbim bu kadar sağanak kanamazdı. şehri terk ediyorum. geriye çok fazla anı ve yaşanmışlık bırakıyorum. kaçmak istiyorum, neyden onu bile bilmiyorum. hava karanlık, gece 3 bulutlar kapatmış o engin gökyüzünü, simsiyah. ince ince yağmur yağıyor. düşüncelerim bulutlanıyor, kafama düşünceler şimşek gibi çakıyor. yürüyorum nereye belli değil. bu şarkı bana kimsesiz sokaklarda ışıldayan loş sokak lambalarını ya da terkedilmiş otel sessizliği ve yaşanmışlığı anımsattı. bir şarkı nasıl anımsatır olmayan anı? bilmiyorum. ama sadece o yağmurun kaldırımlara vurma sesini adımlarımla ezmek ve bu şarkıyla bastırmak istiyorum. hüzün bu, bilmediğim ve nerden niye geldiği belli olmayan hüzün. hüzünümsü bir tütsü. burnuma esiyor toprağın keskin kokusu. üşüyorum ama durmuyorum, yürümem lazım. devam etmem lazım. ayakta kalmalıyım ki yürüyebileyim, nefes alabileyim, düşünebileyim. belirsiz hüzün bu. kırgın biraz ama neye kırılmış meçhul. akıyor ince ince, karışıyor dudaklarımın kıvrımına. gözlerim bulanıklaşıyor, ama biliyorum yürüyorum kimsesiz sokakta. terkediyorum şehri, geride buruk bulutlar, boğazı düğümlenmiş yapraklar, ters esen rüzgar. bu şarkı ilk saniyesinde ne hissettirdiyse bana, size de onu hissettirsin istedim. yürüyelim mi geride bıraktıklarımız adına? belki yollarımız ayrılır ilk kavşakta ya da son çıkıştan çıkarsın ben bittiğimde. 


one for my hair, one for my foot

another for my other foot

my face, my neck, my spilt beverages


gittim ben.



song:

Ex:Re - The Dazzler

https://youtu.be/UT2QNZ2MqFk


4 Şubat 2020 Salı

topsyturvy


kocaman büyük falezler. gelmişiz en ucuna. tutuyorsun elimi, ne diyebilirim ki ellerim bomboş. boş elleri tutmak belkide bir insana yapılacak en uç dokunuş. rüzgar her zamanki gibi esiyor boynumdan enseme. küçük çimler dans ediyor ayak bileklerimizle birlikte. gülsem mi ağlasam mı ikilemdeyim. ama her zamanki gibi ağlamayı seçiyorum. çünkü ben böyle geldim böyle gidiyorum değil mi? nedir ki ağlamak senin için benim için? agh thom yorke. o kadar yüce ki sesin. o kadar güzel dokunuyorsun ki kalbime. belki de beni senden başka kimse anlamıycak. belki ben böyle gelip böyle gidicem. neyse ne diyorduk. kocaman dalgalar, hafif esen rüzgarlar, kirpiklerime dolan deniz tuzu, belki de gözyaşı tuzu. ne bilirsin ki sen gözyaşı tadını. ne anlarsın ki onun akışını yanaklarından. ne anlarsın ki nefessiz kalıncaya kadar ağlamaktan. öksürmek istiyorum bütün çirkinliğimi bu iğrenç dünyaya. haykırmak istiyorum neden bu pislik dünya da var olduğum için. sen bir serap yarattın dünya. sen doğurdun beni. yaşamamı istedin. yükledin sorumluluklar. altından kalkabilir miyim sormadın, ya da yardımcı bile olmadın. acı çekiyorum neredesin? elimi tutuyor musun hala? yoksa esen o ince rüzgarda savruldun mu bulutlara doğru? koptun mu bağımdan? hissetmeli miyim hala seni. evet izin ver hissedeyim. bu hissizlikte bile hissetmeyi istemek hakkım değil mi bu hayatta? ruhum dolmasın mı duygularla? taşmasın mı göğsümden dışarı. titremiyim mi heyecanlanırken? soğuk terler dökmesin mi sen elimi tutarken sonsuzluğa? ben neydim ki kimdim ben? ne bekledim hayattan ne yaşadım ben? ne bilirsin ki sen? kimse bilmez ne yaşadığını, o incecik geceliğine sarılmış ruhunu. kime savunacaksın ki kendini? kime savunmasız olacaksın? bıraksan kendini kim tutacak seni? kim saracak bu iğrenç dünyanın pisliklerini kim unutturacak sana? yok olmak istemenin eşiğinde kim kurtaracak seni? hiç kimse. duydun mu hiç kimse. sen neysen osun. iyi ya da kötü gününde. sen neysen osun. kırılmışsın. düştüysen bırak ağla. bırak yerde kal biraz. bırak toprağı yumrukla seni bu dünya ya getirdiği için. bırak kal biraz yerde düştüğünle kal. kendini hatırla. ne olduğunu hatırla. her ne kadar hayatında bir şeyleri yerine koysan da o yere düşen serabı hatırla. sen busun. ayağa kalksan bile hayalinde sen busun. hayallerinde yaşayan serap. hayallerinin gerçekleşmesini hayal ettiğin ama aslında gerçeklikte bir türlü var olamayan serap. ben buyum galiba. gerçeklikle süzülen bir hayal baloncuğu. hiçbir şeyin yolunda gitmediği ve rüyadan korkuyla uyandığın bir hayat. yoluna sokamayacağın bir hayat ve gerçeklik. sen bu dünyaya iyi şeyler yaşamak için getirilmediğini ancak ve ancak yere düşen serabın gözlerindeki yüzen su taneciklerin de anlayacaksın. hoş geldin hayatımın yeni evresi ne eksik ne fazla hala aynısın sadece biraz süslenmiş.

-paralel mi evren-

tut belimi. o kadar istiyorum ki seni hissetmeyi. nefesini. dişlerinin arasından çıkacak o güzel sözleri. o kadar çok istiyorum ki güzel sözler duymak. ihtiyacım var. günlerce sulanmamış çiçek gibi hissediyorum. sence ben bu hayatı hak ediyor muyum ki? sorguladığım tek şey bu. serap, hak ediyor mu? hak etmeli mi? bilmem. herkes güzel bir hayalde dans etmek istemez mi? herkes kendi mükemmel hayalini yaşamak istemez mi? ah sen benim en güzel hayalimdin, gerçekleşen. belki de hala gerçekleşmeye devam ediyordur ama ben, ben düştüm. güçsüz kaldım bu mükemmel hayalimde. çünkü nedir biliyor musun? serap alışkın değil bu kadar gerçekçi bir hayali yaşamaya. serap hiç hak etmedi belki de. bu hayatın ona bahşettiği bu mükemmel hayali yaşama şansı belki de bitti. hayat bana hep oynadı oyunlarını. mükemmel bir hayali yaşattı bana. teşekkür ederim, ama bu onun suçu değildi bendim. çünkü ben mutlu olmayı beceremeyen sakar bir kadındım. bilmezdim ki ne nedir nasıl bu kadar mutlu hissedilir. hoş geldin serap eski hayatına. bırak kendini bana doğru. emin ol emin ellerdesin. neysen osun çünkü. değişmezsin. siktiysen bu hayatı gene sikeceksin ve siktin de. teşekkürler serap sen ve sen çok mükemmel bir iş başardınız. yok ettiniz kendinizi. yok. yokluk. simysiyah. bomboş. hissiz. nefessiz. boğulmak. evet nefessiz boğulmak. çünkü yok ettin, kendini.

-yokluk-

olmalı mı sence? oldurmalı mı? oldurmaya çalıştığında ve olduğunu anladığında, sence olduğunu düşündün mü? ya da olacak mı? olacak elbet ama sence sen gene gülecek misin olduğunda? bırak güldür beni. ben çünkü gülmek istiyorum. bunu böyle istemem genelde. şunu da böyle istemem. sadece sen gül, ben de seninle güleyim. çünkü sen gül ben gamzende dans edeyim.

-umut-

uyandım göz bebeklerinde. gülünce gözlerin küçülüyor biliyor musun? peki ben nerden biliyorum? çünkü çok gülmem güldürmedi hayat beni. görürsem eğer sen gülümserken seni, gözlemlerim. ne kadar güzel dudakların olduğunu. görürüm gülerken gözlerinin küçüldüğünü, kalp atışının değiştiğini nedir ki beni ben yapan. umutmudur tutan beni ayakta ya da senin sevgin. özlemekmidir bir duyguyu en derinlerde. his midir özlediğim senin duygularında. ya da tutmak istediğim o ellerin? tut. tut ki hala thom yorke dinleyebilcek hiselerim olsun.

-kayboluş-

gidiyorum. yokum bir süre ne kendimle konuşacağım ne de sizle, senle. yokum artık ben. boşlukta süzülmeyi özledim. şimdi özlediğim o bensizliğimde bırakın beni süzüleyim. şimdi gidiyorum. büyük ihtimal hiç bir şey anlamadınız. zaten ben de kendimi anlamıyorum. var mıyım ya da yok muyum. varsam neden varım yoksam da neden yokum. bilirsem söylerim umrunuzdaymış gibi.

-uyanış-

hepsi kocaman bir rüyaymış. uyandım. kafam karışık. kırgın kalbim hala. rüyaymış bu yazdıklarım. gerçek ya da değil. nerden bilicem ki? bu hayat gerçek mi rüya mı? hissizleştim çünkü. hissim yoksa nedir ki bu rüyayı yorumlayan parmaklar. ehh bitmişim, çalışmayan saat gibi kolumda hala kendimi taşıyorum.

you got me into this mess
fools rushing in,
and they know it.

9 Ekim 2018 Salı

nebulousness


koşuyorum. durmadan. nefesim kesiliyor ama durmuyorum. saç diplerimden çeneme kadar süzülen ter damlacıkları kadar hızlı koşuyorum. bir şeyden kaçtığım için değil sadece kendimi kovalıyorum. yakalayamayacağım kesin. bile bile koşuyorum. biliyorum ki durursam ölürüm. bünyem iflas eder, benliğinde kaybolur ruhum. karmaşık bir şey yok dediğim her saniye dizlerim topuklarıma doğru erimeye başlıyor. hissisleşmek bir bedenin bütününde, çakmakla yakmak ruhunu. bulut kadar hafif ruhun hemen tutuşur sanırsın küçük bir ateşle ama hayır. ruhuna çaktığın her ateş, sürekli sönen sigaran olur. bedenin her nefeste ruhunu yeniden tutuşturur. ruhunun bedeninin içinde kül olması, bozulmuş bir yemekten farksızdır. uzaktan baktığında taze görünür ama yaklaştığında koşarak uzaklaşırsın. boş gözlerle baktığın dolu düşünceler. içinin küflenmesi. gözlerimden içimi göremezsen nerden anlarsın ki küflendiğimi? yeterince bakmassan derine, nasıl yüzmeyi öğrenebilirsin ki bedenimde? benim ruhum küflenmiş, yıllardır buzdolabının kör noktasında unuttugun yemek gibi. istersin ki bir kara delik açılıp onu yutsun. ben de isterdim geçmiş, ruhumu yutsun. hiçbir şey hissetmemeyim. içim bulanmasın düşüncelerle. isterim ki geçmişi hatırlamıyım hatta yaşadığım her şey yarın sabah uyandığımda silinsin ama film mi sanki yaşadığımız hayat? kendi seneryonu kendin yazıyorsun hem de üstelik birde kendin çekiyorsun. tek problemi film bittiğinde açıpta izleyemiyorsun. çünkü filmi sonu ölümle sonlanıyor. her son gibi. son kelimesi ölüm demek. ölüm demek ise korku demek. korkmaktan korkmak demek. duygusallık demek. üzülmek demek. kayıkla engin denizlere açılıp, kocaman dalgalarla boğulmak demek. nefestir ölüm. oksijendir. eksikliktir ölüm. sonsuzluktur. koca bir uzaydır. boşluktur içindeki. eksikliğindir. hissisleşmektir ölüm. içinin küflenmesidir. ruhunun küflenmesi, ruhunun bedenini çürütmesidir. haksızlıktır ölüm, yaşama yapılmış en büyük haksızlık. tutunamadığın koltuk değneğidir. ölüme insan tutunmak ister mi ki? yürüyemediğin her saniye koşmak için çabalamak mıdır tutunmak? neye tutunuyorsun ki? gerçekten koltuk değneğine mi? salak olma, ölüme tutunduğun her dakika yaşamından bir papatya koparmış oluyorsun. yapma. geldiysek bu dünyaya ölümü en güzel şekilde anmalıyız. üzmesin seni ölüm korkutmasın çünkü biliyorsun ki en güzel insanlar ölüm yolunu seçmiş insanlardır. ölüm bir seçim midir onlar için yoksa yaşamak mı bir seçim? belkide ölmek onlar için yeni bir yaşamdır. ama geride kalanlar? onları da yeni bir yaşam bulucak mı mesela ölüm?

26 Temmuz 2018 Perşembe

home



sabah güneşi mutfağın dolaplarına vuruyordu. uçuşan tozlar çayımın içerisine girmesin diye üfledim. bana baktı ve çay çok mu sıcak geldi? diye sordu ben de gülümsedim ve hayır teşekkür ederim çok uğraşmışsın dedim mütevazi bir ses tonuyla. sonra sesi kısık bir playlistle kahvaltı yapmaya başladık. film ve müzik konuşuyorduk. çoğunlukla sabahları bir önceki akşam izlediğimiz filmin kritiğini yapardık. daha sonra ben onun derinlemesine eleştiri yapmasını bölüp heyecanla soundtracklerinden bahsederdim. ben biraz daha çok filmde müziklere takılırken o daha çok filmin içeriğine ve çekim tekniklerine kafa yorardı. ikimizde aynı anda çayımızın son yudumlarını aldık. gözlerimiz, muhabbetin bittiğini bu hareketten anlamıştı. birden muhabbetimiz kesilmiş sadece birbirimize bakıyorduk. sonra kalktı ve yanıma oturdu. ellerini dizime koydu, elleri o kadar damarlıydı ki bütün damarlarına tek tek basıp çalan şarkının ritmine uyum sağlıyordum. gülümsedi. hep bu hareketim onu gıdıkladığını söylerdi. gene gülümsedi. ben gülümsemesini çok sevdiğimdenmidir bilmem bir türlü duramadım. sonra elimi tuttu ve gitmek zorunda mısın? dedi. ben de elimle saçlarımı kulağımın arkasına alarak cevap vermek için zaman kazanıyordum. çoğunlukla da bu hareketi gergin olduğumda yapardım. kısık bir sesle bunu konuşmak için çok erken, hadi ben bize bir bardak daha çay koyayım dedim ve yerimden kalktım. çay koyarken bir insan ne düşünmesi gerekir bilmem ama ben dünyalar kadar düşünceye dalmıştım ki çay bardağı taşınca kendime geldim. ki buna sakarlığımda eklenince bütün tezgah çay gölüne dönmüştü. sonra belime sardı damarlı ellerini, çenesini de omzuma koydu ve gülmeye başladı. boşver gel çay içmesekte olur hadi salona geçelim. belki biraz bon iver dinleriz.

23 Haziran 2018 Cumartesi

routine


Kedimin ayak başparmağımı ısırmasıyla uyandım. Genelde bu onun uyandırma şekliydi. Sonra mırlamaya başladı. Kedimin mırlaması beni huzurlandıran şeylerden bir tanesiydi. Yatağımdan kalktım ve günün ilk sigarasını kahvemle şenlendirdim. Evet günlük rutinlerimden biriydi bu. Kendime geldiğimi kahvem bitince anladım ve üstüme rahat birşeyler giydim çünkü dışarı çıkacaktım. Evden çıkmadan önce çöp kovasından dışarı taşan çöpleri toparlayıp sokak kapımın önüne koydum. Daha sonra kedimin tualetini temizledim. Mamasını ve suyunu kontrol ettikten sonra kedimi öpüp evden dışarı çıktım. Kulaklığımı taktım ve playlistimi açtım. Çalan ilk şarkı Angus and Julia Stone'dan Nothings Else di. Hava hafif ılık olduğu için Beşiktaşa yürümeyi tercih ettim. Yolda yürürken bu şarkı beni çok etkilemiş olacak ki döngüye aldım. Sanırım yol boyunca aynı şarkıyı dinledim. Evet çoğunlukla gün içerisinde bir şarkıya kafayı çok takarsam saatlerce dinlerim. Beşiktaşa vardığımda sürekli gittiğim kahvecime uğradım. İçeri girdiğimde selamımı verdim ve boş bulduğum bir masaya oturdum. "Ice americano değil mi?" dedi bende gülümsedim ve "Evet." dedim. Orada çalışan arkadaşımla biraz muhabbet ettikten sonra kulaklığımı geri taktım. Normalde böyle yapmazdım çünkü güzel müzik çalan bir dükkandı ama ben bu şarkıya kafayı taktığım için vücudum her dinlemediğim dakika yoksunluğunu hissediyordu. Derin bir nefes çektim sigaramdan ve yolda yürüyen insanları izledim. Kafamda birsürü seneryo geçiyordu. Yolda yürüyen insanları çoktan o seneryoma oyuncu olarak almıştım bile. Sonra çantamdan bir defter ve kalem çıkardım. Canım bir şeyler çizmek istiyordu ve çizdim de. Bu şarkıyı dinlerken ne hissediyorsam çizdim. Kulaklığımdan birini kulağımdan çıkardım ve yolda yürüyen insanların tek cümlelik ya da tek kelimelik konuşmalarını not aldım ve onlarla anlamlı ya da anlamsız cümleler kurdum. Bazıları cidden komik oldu ama bazıları ise biraz duygusaldı. Yani bana çoğu şey çok duygusal geldiği için sanırım. Tek başıma dışarı çıktığımda böyle şeyler yapmayı çok seviyordum. Kahvemin bittiğini anladığımda bir fincan çay istedim. O an çay içerken daha çok sigara tükettiğimi öğrendim. Nedenini bilmiyordum. Oturmaktan yorulan popom bel kemiğime bağırıyordu. Sonra bu serzenişte dayanamayan bedenim bir anda yerinden kalktı ve hesabı ödeyip "Görüşürüz, kendinize iyi bakın." diyerek oradan ayrıldı. Kadıköy'e giden vapur iskelesine doğru yürüdüm. Vapuru beklerken sigaramı sardım ve yaktım. Tam o anda yağmur çiselemeye başladı. Yağmur çiselemesine bayılırım. Yaz yağmurlarına da bayılırım. Genel olarak yağmuru çok severim. Çünkü yaydığı o boğuk ses ve serinliği beni rahatlatır. Neyse vapura bindim ve dışarıya oturdum. Ha bu arada şarkı hala çalmaya devam ediyordu. Yağmurlu havalarda vapuru daha çok seviyordum. 20 dk boyunca denizi izleyerek bu şarkıyla kafamı hayallerle dolduruyordum. Daha sonra Kadıköy'e vardım ve birden güneş açtı. Yaz mevsimi işte. Moda'ya doğru yürümeye başladım. Yolda yürüken bir tekelde durup bir şişe şarap aldım ve Moda Sahilinde bir şişe şarabı gün batımı ile birlikte devirdim. Sanırım bu kadardı çünkü birazdan geriye yaslanıp parıldıyan yıldızları izleyeceğim ve nemli toprağın kokusunu içime çekeceğim. Görüşürüz.

15 Haziran 2018 Cuma

sepia



ellerimi tuttu. sanki bir anda bütün hissettim kendimi. tamamlamış. saatlerce balkonda sarılıp incecik yağan yağmuru ve bulutların birbiriyle dansını izledik. arkada damien rice'ın en sevdiğim albümü "O" çalıyordu. böyle havalarda içimi ısıtan bir kadeh şarap gibi geliyordu sesi bana. narin, üzgün, kırgın ve masum. sesi ılık havalarda üstüne aldığın pike gibi. seni sarıp sarmalıyor ve huzurlu hissettiriyor. kafamda böyle birkaç düşünce dolaşıyordu sonra birden the blower's daughter çalmaya başladı. düşüncelerim buharlaştı ve soluma döndüm. bana bakıyordu ve gülümsedi. neden birbirimize bakıp gülümsüyorduk bilmiyorum. neden saatlerce yağan yağmuru izlediğimizi de bilmiyordum. neden hiç konuşmadığımızı da. bazen yanında senin gibi hisseden biri olması insanı güvende hissettirir. konuşmadan saatlerce aynı ruh haline sahip olduğun birini. seninle saatlerce konuşup çık şu ruh halinden hayat üzülmek için kısa klişelerinden bahsetmeyen birini. sadece ve sadece bulunduğun ruh halini anlayan birinin olması sizce de güzel değil mi? herkesin aradığı şey de bunlara benzer değilmidir ki? bilmem. neyse sanırım hava durumu beni fazlasıyla etkiliyor. şimdi bu huzurlu hayalimin sonsuzluğunda şimşekler ve cama vuran damla sesleri ile uyuya kalmayı planlıyorum. damien rice'a back vocal yapan rüzgar uğultusuna sonsuz teşekkürler.

12 Haziran 2018 Salı

jeu


sonbahar mevsimiydi. güney de bir küçük kasabada denizin kenarında bir bankta oturuyordu. sonbahar en sevdiğidi mevsimdi çünkü hava hep kapalı ve yağmurlu oluyordu. derin bir nefes alıp havanın ıslaklığını içine çekmişti. gözyaşlarıyla birlikte yağan yağmur içine hüzün dolduruyordu. baktı saatlerce baktı dalgalara, sahile her vuruşlarında gözlerini kırptı. dikkatini dağıtmak için yaptığı sıradan oyunlardan biriydi bu. üstünde ananesinin ona hediye ettiği yeşil palto ve lastik botlarıyla öylece tek başına upuzun sahili izliyordu. kendi kendine şarkı mırıldanmaya başladı. genelde gergin olduğunda rahatlamak için yapardı bunu. acaba neden gergindi ki? bacaklarını titretmeye başladı, mırıldandığı şarkıya ritm tutuyordu. gün çoktan bitmişti bulutlardan gözükmeyen güneş çoktan görevini ay'a devretmişti. hava koyu griye dönmüştü. işte tam bunu fark ettiğinde sustu ve sahile doğru yürüdü. kendi etrafında dönmeye başladı. eline bir kamera alıp kendini ve çevresini çekmeye başladı. ve arkada bu şarkı çalıyordu. biraz sevindi. güldü. gülerken o kadar ağzını açardı ki saçları dudaklarından kaçmaya çalışsa bile beceremezdi. sonra birden durdu ve kendini kumların üzerine attı. heh uzaktan biri beni izlemiyordur umarım diyip gülmeye devam etti. çoğunlukla haftada bir kaç kez bu aktivitesini yapardı. kendisiyle vakit geçirmeye bayılırdı ve bundan çokça keyif alırdı. sonra şu kelimeleri duydu ağzından, door, way, understand, remind, sidewalk, remember. bunu ard arda 7 kere tekrarladı. ve durdu. sevdiği şarkıların böyle oyunlarla beyninde yer edebilceğini ve hiç unutmayacağını sanırdı. çünkü güzel şarkıların her zaman beynin bir köşesinde şifrelenmesinden hoşlanırdı. kafasının içinde yankılanan bu şarkıyla sessiz bir dans etti rüzgarla çünkü kapanışını her zaman böyle yapmayı seçerdi. en sonunda denize karşı güzel bir selam verip oradan yavaşça kayboldu.